10 Nisan 2011 Pazar

Sabahattin Ali - Kürk Mantolu Madonna

yıllar önce okuduğum kürk mantolu madonna'yı geçenlerde tekrar elime aldım (yapı kredi yayınları'ndan 43.baskıyı satın alarak nihayet kitaplığıma da eklemiş oldum). 20li yaşlarımın başında beni çok etkileyen bu roman 30larımda ilerlemeye başlamışken bir kez daha avcunun içine aldı beni, sayfalar boyu nefes almadan okudum desem yeridir. sabahattin ali’nin bu harika romanını, belki de hakkı yenmiş bu başyapıtı okumayan kaldı mı bilmiyor olmakla birlikte, herkese kesinlikle öneriyorum.

daha da ileri gitmeden, bir uyarı: bu yazı yüksek miktarda “spoiler” içermektedir.



her şeyden önce, kitapta beni sonsuza dek tavlayan paragrafı buraya almak istiyorum:

"bir akşam eve dönerken mahallenin bakkalına uğramış, öteberi almıştım. tam kapıdan çıkacağım sırada, karşı evin bir odasında kira ile oturan bekarın radyosu weber’in oberon operası uvertürünü çalmaya başladı. az daha elimdeki paketleri yere düşürecektim. maria ile beraber gittiğimiz birkaç operadan biri de buydu ve onun weber’e hususi bir muhabbeti olduğunu biliyordum; yolda hep onun uvertürünü ıslıkla çalardı. kendisinden daha dün ayrılmış gibi taze bir hasret duydum. kaybedilen en kıymetli eşyanın, servetin, her türlü dünya saadetinin acısı zamanla unutuluyor. yalnız kaçırılan fırsatlar asla akıldan çıkmıyor ve her hatırlayışta insanın içini sızlatıyor. bunun sebebi herhalde “bu öyle olmayabilirdi!” düşüncesi yoksa insan mukadder telakki ettiği şeyleri kabule her zaman hazır."

özlem çok fena bir şey. hiç senin olmamış, hiç bilmediğin ve tanımadığın bir şeyi özlemek yeteri kadar kötü elbet. ya hayatının en güzel günlerinin geçtiğini düşünürken, senin diğer yarın olan “o” kişiyi fiziksel olarak canın yanacak kadar özlerken bir daha asla göremeyeceğini, onun yıllar öncesinde ve çok çok uzaklarda kaldığını biliyorsan nasıl yaşarsın? yaşamak mıdır bu? ölmeyi beklersin, “bitse de gitsek” diye her nefesini bir sonrakine bağlarken bir yandan da kalbinde hala “o”nu yaşatırsın. dışarıdan senin umursamaz, hiçbir şeye değer vermeyen sakin bir kişi olduğunu sanıyorken insanlar, sen aslında umarsızca hayatını biteceği günü bekleyerek yaşamaktasındır ve aslında isyanların en büyüğünü içinde yaşıyorsundur. bu nedenle de “gerçek” hayat hiçbir anlam ifade etmemektedir senin için. senin gerçekliğin geçmişte takılmış kalmıştır çünkü.

benim dilim ancak bu kadar dönüyor raif’in iç dünyasındaki çalkantıları aktarmaya. kendisine acı veren hayatından defterine sığınarak kaçan ve kendine her şeye rağmen aşkını yaşamaya devam ettiği bir dünya yaratan raif efendi. ve büyük aşkı maria puder. gösterdiği o kendine güvenli ve sert tavırlarına rağmen aslında son derece kırılgan, çekingen, birine güvenmeye can atan, kendini verebileceği bir adam için her şeyi göze alabilecek olan güzel maria puder. tesadüfler, güzellikler, güven, özlem, imkansızlıklar, isyan ve fedakarlıklar.

kaybettiğine inandığın bir insanı gerçekten kaybettiğini yıllar sonra öğrensen, ne yaparsın? ne hissedersin? nasıl bir acı çekersin? nasıl teselli bulursun?

bana dostoyevski’yi ve yarattığı karakterler ile olay örgülerini düşündürdü kürk mantolu madonna. bir kez daha bayıldım. bayıldım!

aralıklarla, tekrar tekrar okuyacağıma eminim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder