4 Aralık 2011 Pazar

yazgıların tableti & erken kaybedenler: şu "öykü" dediğimiz şey ne güzel!

bir listem var, "okunacaklar" listesi: ne zaman bir yerde ilgimi çekeceğini düşündüğüm bir kitaba dair bir şey okusam ya da ne zaman birisi bir kitap önerse mutlaka eklerim listeme. liste sağlam, liste uzun, işimden ayrılsam da günümün 18 saatini kitap okumaya ayırsam bitirmem mümkün değil. ben de gözü asla doymayan ve kesinlikle iflah olmayan bir obur okur olarak bu listeyi sürekli olarak uzatıp duruyorum. ve listeden bir kitabın üzerini çizebilmek, "okunacaklar" arasından birini daha eksiltebilmek bana kendimi iyi hissettiriyor.

yazgıların tableti ve erken kaybedenler de bu listeden üzerini yakın geçmişte çizdiğim iki kitap (evet her iki kitabı da 'bazuka'yı okurken murat uyurkulak'ın notlarını görünce listeme eklemiştim). her ikisi de öykü kitabı, en sevdiğim türde! roman okumayı sevmeyi öğrendim geçen yıllar içerisinde ama öykünün insanı birden önüne katıp hızla derdini anlatan ve sonunda (genelde) tadını damakta bırakarak okurun hayalgücünü daha aktif kılan halini hala çok seviyorum.

-I-

yazgıların tableti'nde reha mağden detektif murat davman'ın gözünden "yusuflar"ın türlü ama hep aynı hallerini anlatıyor bize. her bir hikayede mutlaka bir katil var bir de maktul. bir yusuf var her daim: bazen bıçağı tutan el yusuf, bazen kanıyla kaldırımları sulayan beden. hepsi bir ama hepsi de farklı aslında. hikayeler kısa, cümleler genellikle öz. eğlencelik bir polisiye öyküleri derlemesi de olabilecek olan bu kitabı benim gibi "mutlaka derin bir şeyler var burada! reha mağden başka yazmaz" diye düşünerek okursanız, cümleler gözlerinizin önünde derin anlamlarını açıyorlar size. isterseniz, bir nevi ezoterik külte inisiye olma şansını yakalayabiliyorsunuz. ben severek okudum. öykü severler, polisiye severler, serseri detektiflerden hoşlananlar, kısa ve akıcı bir metne kendini bırakmak isteyenler kaçırmasın diyorum.



"Babilonya'da Tanrı'nın sayılan niteliklerinden biri, Yazgıların Tableti'ne sahip olmaktı ve bunun çeşitli nedenlerle çalındığını ya da zorla ele geçirildiğini okuruz. Bunlara sahip olan Tanrı, evrenin düzenini denetleme gücüne de sahip oluyordu." (arka kapaktan)

-II-

itiraf ediyorum, emrah serbes adını önce afili filintalar kanalıyla duydum, iyi bir yazar olduğunu okumakla birlikte behzat ç ötesinde kendisine dair pek fikrim oluşmadı (behzat ç. de bana ultra itici geldiği için kendisinden iki adım ötede durdum şimdiye kadar). çok ayıp etmişim! uzun zamandır böyle bir kitap okumaya ihtiyacım varmış da haberim yokmuş! erken kaybedenler'de serbes erkek çocuklarının dünyasına dalmış. 5 yaşında, 8 yaşında, 12 yaşında, 16 yaşında erkek çocukları: düşünceleri, hisleri, hareketlerinin ardında yatan motivasyonlarının iç dünyası. nahif ve olgun bir dille çizmiş çocukları emrah serbes. saflıklarını kaybetmeden yetişkin zırhına büründürmüş onları fakat çocukluklarını yitirmemelerini sağlamış. ince ve yerinde bir dengeyi oturtmuş ve bence harika bir iş çıkartmış. su gibi aktı hikayeler: güldüm eğlendim duygulandım hüzünlendim. daha olsa daha da okurdum. ben uzak durmuş ve hata yapmışım, siz yakın olun: okuyun. erken kaybedenler'i "yoldan çıkmış bir neslin manifestosu" olarak tanımlamış serbes arka kapakta, çok da yerinde olmuş. kitap nefis, tek kelimeyle nefis!



'korhan ağbi'nin kardeşi'nden bir alıntıyla bitirelim:
"eve gidip kitabı okumaya çalıştım. beş sayfa sonra sıkıldım. orhan kemal iyi bir yazardı muhtemelen, beş sayfadan çıkardığım sonuç, ders kitaplarında okuduğum şeylerden daha güzel olduğuydu. ama bana okumanın kendisi saçma geliyordu. birinin anlatmak istediği bir şey varsa, başından geçen ilginç bir hadise örneğin, doğrudan bana gelip anlatmasını beklerdim. eğer bunu herkese birden anlatmak istiyorsa film falan çekmeliydi. ayrıca filmlerde insanlar gülerler, ağlarlar, öpüşürler, her şeyi görürsün. kitaplarda böyle bir şey yok, sadece her okuyana göre değişen birtakım yaklaşık hisler var, görüntüyü sen yapıştırıyorsun üstüne. olmayan bir filmi kafanda çekmeye çalışıyorsun, hiçbir şey görmediğin halde her şeyi gördüğünü zannediyorsun. ayrıca bir kitabı herkes aynı anda okuyamaz. ama filmi pek çok kişi aynı salonda seyreder. video bile olsa en azından iki üç kişi aynı anda seyredebilir. ve tabii sevgilinle beraber seyrediyorsan el ele tutuşabilirsin, konuyu kaçırmayacak oranda öpüşebilirsin. bunun da yarattığı bir enerji var. film akar, kitap durur. her neyse... o zamanlar kafam biraz karışıktı."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder